Geçtiğimiz günlerde yaşanan trajik bir olay, toplumda büyük bir infial yarattı. İstanbul'un kırsal bir mahallesinde, evinde eşi tarafından katledilen genç bir kadın, 6 yaşındaki kızıyla birlikte hayatını kaybetti. Olayın hemen ardından, kadının daha önce yaşadığı cehennemi ve bu trajik olayın arka planındaki korkunç detaylar gün yüzüne çıkmaya başladı. Ailesi ve yakın arkadaşları, kadının sürekli olarak eşi tarafından tehdit edildiğini ve "Sonum iyi olmayacak" şeklinde uyarılarda bulunduğunu ifade ettiler.
Çocuk yaştaki kızının gözleri önünde eşi tarafından hunharca katledilen kadın, daha önce yaşadığı psikolojik şiddeti ve tehdidi çevresiyle paylaşıyordu. Olay sonrası yapılan incelemelerde, komşuları ve arkadaşları, kadının son zamanlarda depresif bir ruh hali içinde olduğunu ve sık sık evdeki sorunlarından bahsettiğini aktardılar. Kadının, evlilik hayatında yaşadığı zorluklar ve eşinin tutumu nedeniyle sürekli bir endişe içinde olduğu öğrenildi.
Bazı komşuları, kadının sık sık "Beni öldürebilir" dediğini ve eşiyle tartışmalarının hemen ardından evde güvenlik kamerası kurmak istediğini belirtti. Ancak bu girişimi, kadının eşi tarafından engellendi. Eşi, kadını sürekli olarak izliyor ve kontrol ediyordu. Bu tehditkar ortamda yaşayan kadın, o gece ne yazık ki son uyarısını yapmış oldu. Hemen arkasından gelen olay, onu ve yalnızca 6 yaşındaki kızını, hayattan kopardı.
Bu trajik olay, artık birçok kadının yaşadığı toplumsal cinsiyet şiddetinin bir başka örneği. Ülkemizde her gün yüzlerce kadın, fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalıyor. Bu tür olaylar, yalnızca kurbanların hayatını değil, aynı zamanda onların ailelerini de derinden etkileyen travmalara neden oluyor. Kadının, eşi tarafından katledilmesi, kadın cinayetlerine dikkat çekmek ve toplumda bu konuda farkındalık oluşturmak adına bir çağrı niteliği taşımaktadır.
Yetkililer, bu tür tehditler alan kadınların mutlaka bir avukat ya da bir destek ekibiyle iletişim kurması gerektiğini ve bu tür durumların asla göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtmektedir. Ayrıca, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının kadınlara yönelik her türlü şiddeti önleme ve cinsiyet eşitliği konusunda üniversiteler, okullar ve aileler seviyesinde eğitim vermesi gerekmektedir.
Bu olayın, toplumda bir farkındalık yaratması umuduyla, kadınların hayatlarına son verildiği, şiddetle sonlanan öykülerin bir daha yaşanmaması için herkesin elini taşın altına sokması gerekmektedir. Kadına yönelik şiddetle mücadele, yalnızca bir toplumsal sorun değil, aynı zamanda bireylerin yaşam hakkının korunması anlamına gelmektedir.
Olayın detaylarının gün yüzüne çıkmasıyla birlikte, toplumun her kesiminden tepkiler çığ gibi büyümekte. Herkesin bu tür olaylara sessiz kalmaması gerektiği vurgulanıyor. Karşılaştıkları şiddet durumlarında, kadınların güvendiği şahıslar veya kurumlarla iletişim kurmaları büyük bir önem taşıyor. Şiddet yalnızca kadının değil, ailelerin, çocukların ve toplumun tüm bireylerinin geleceğini karartmaktadır.
Bu olay da gösteriyor ki, sesini çıkaramayan kadınların arkasında geniş bir kamuoyu oluşturmak, erkek egemen zihniyetine dur demek için son derece kritik bir adım olacaktır. Unutulmamalıdır ki, herkesin yaşam hakkı vardır ve bu hak, kimse tarafından ihlal edilemez. Tüm kadınların, özgür ve güvenli bir yaşam sürme hakkı, herkesin sorumluluğudur. Bu zor günlerde, bu kadınların anısı yaşatılmalı ve benzer olayların bir daha yaşanmaması için toplum olarak birlik olmalıyız.